Onur Konuğu: Fatih Akın

Özleme Bakış

Kendisi Alman sinemasının Güneş Tanrısıdır. Işık dünyası olarak tanımladığımız sinemasında da Güneş zaten hiç batmıyor:  doğu ile batının sınırları arasında gezinen bir sinemacı. 1972 yılında Hamburg’da bir Türk göçmen ailesinin çocuğu olarak doğan Fatih, Avrupa’nın en önemli yönetmenlerinden biri olacağını belki de hayal bile etmemişti. Ancak öyle bir Avrupa ki, bir yanda hala  vizyonu olan Avrupa, öte yanda perspektifleri peşin yargılarıyla bozulmuş, kas katı sınırlar içinde yaşamak isteyen,  küçük değerlerle düşünen, bakışını insana çeviremeyen Avrupa.

İşte Fatih Akın’ın bütün filmlerine özgü olan şey de „insana bakış“ıdır.  Kuş perspektifiyle arkadan seyreden değil bu bakış. Göze göz bir bakış.  Düşenleri gözleyen bir bakış. Kavga eden bir bakış. Alttan, yerden yukarıya doğru bir bakış. Filmlerinde oyuncuları kavga da yaparlar, vücut temasından da çekinmezler. Burada şiddet göstergesi değildir amaç. Amaç o insanların arkasındaki ruh, gerçeklik, dürüstlük, sevgidir, ve hatta dün, bugün ve yarındaki gizemdir.

Bütün bu kavramlar insanların maskelerinin arkasında ya da hareketlerinde gizli olduğundan, yani elle tutulur şeyler olmadığından , ortaya çıkarmak için bazen vurarak, bazen yararak ve bazen de yaralayarak ortaya çıkarmak gerekiyor.
 
İnsanların sürekli görülmez engellerle uğraştığını gösteren tek tip filmler yapsaydı Fatih, Fatih Akın olmazdı. Köprüler geçip, diğer tarafta da nelerin olup bittiğine bakan birisidir Fatih Akın. İnsanların dünyasını küçülten ve darlaştıran şey yine insanların koyduğu engellerle oluşan sınırlardır. Dolayısıyla Fatih Akın’ı ilgilendiren kişiler de sınırlar arasında gezinen, yaşamak için kişiliğini panzer duvarlarıyla kaplamayan karakterlerdir.

Yaşam dediğin şey nedir? Oyuncularının birbirini çektiği ya da ittiği ya da çarpıştığı sinematik kurgular içinde gerilim alanları yaratırken Fatih Akın yanıtlar vereceğine sorular soruyor.

Her tehditin arkadasında bir korku olduğunu, insanın insana vurmasında daha çok vurulma korkusu olduğunu biliyor Fatih Akın. Onun film dünyasında saf iyi insana rastlayamadığımız gibi saf kötü insan da görmüyoruz. Onun yerine kibirlilikten, saçmalıktan ve görmemezlikten gelen kötülükler, öfke dolu hareketler görüyoruz. Tabii bütün bunlar haddinden fazla insana özgü bir korse gibi çıkıyor karşımıza, peşin yargılı olmanın, milliyetçiliğin ve hatta ırkçılığın beslediği iplerle örgülü bir koruma giysisi gibi.

„Aşk, ölüm ve şeytan“. Bu üç terim çerçevesinde üç filmini kurgulamıştı Fatih. Bu üçlemenin ilki „Duvara Karşı“ filmiyle aşka yoğunlaşmıştı, „Yaşamın Kıyısında“ filmiyle de ölüm konusunu işledi. Şeytan’ı ise „bekletiyor“. Ama belki bu konuda yapacağı filminde Şeytan’ı Hristiyan Dünyasında her kötülüğün simgesi olan Şeytan olarak işlemeyecek. Belki de insanların bakmak ve görmek istemediği karanlık noktaları bize gösteren, yani bir nevi bu noktalara ışık tutan mitolojiden tanıdığımız Cin‘e ya da ışık saçan Lucifer‘e bakar gibi bakacak Şeytan’a.  
 
Evet, sinema ışık dünyasının bir medyasıdır. O nedenle de filme eskiden Almanca Lichtspiel ya da „Işık Oyunu“ denirdi.

Fatih işte böyle bir ‚Işık Oyuncusudur‘.


Jochen Schmoldt